Pazartesi, Eylül 09, 2013

AKP Yerel siyaset akademisi

Program içeriği
Birinci hafta: Atarlanmaya giriş
İkinci hafta: Anasına sövme teknikleri
Üçüncü hafta: Fırça kaymanın incelikleri
Dördüncü hafta: İnkar, iftira atma ve attığın iftiraya kendini inandırma
Beşinci hafta: Gündem çarpıtma
Altıncı hafta: İleri timsah gözyaşları akıtma becerileri
Yedinci hafta: Temel ötekileştirme ve BUNLAAAAAAAĞR deme üzerine uygulamalı çalışma

Uygulamalı sınav
Sertifika töreni

Pazartesi, Ağustos 12, 2013

Bilimkurgu ve iktidar

Bilimkurgu okumaya lisedeyken başladım. Okuduğum ilk roman Ursula K. LeGuin'in Mülksüzler romanı olmuştu.Sonrasında bu edebiyat tütüne olan tutkum devam etti ve Stanislav Lem romanlarıyla perçinlendi. ancak, hiçbir zaman bir Asimov'cu olamadım. Arda'nın bu yöndeki yoğun propogandasına karşın Asimov'un mesela Foundation serisini bile bitiremedim. Sosyalbilimci olduğum için bu normal karşılanabilir. Okuduğum bilimkurgularda teknolojiden ziyade insan faktörünü aradım hep. İster Lem romanlarındaki gibi beyin ve fizyolojik boyutu olsun ister olumsuz ütopyalarda anlatılan alernatif politik sistem denemeleri olsun hepsinde bireyin başından geçenler, içine girdiği ahlaki çıkmazlar, düşünceleri ve duyguları, teknolojik taraftan ya da politik entrikalardan daha ilgi çekiciydi. Benim üniversite öğrencisi olduğum dönmede Metis yayınları Bülent Somay editörlüğünde bir bilimkurgu serisi yayınladı. Serideki kitaplar çıkar çıkmaz alıp okuyordum ve kitaplığımın başköşesi o dönemde bu kitaplara ayrılmıştı. Seriden en çok aklımda kalanlardan birisi Robert Shackley'in yazdığı "Mevki Uygarlığı". Bu kitap yine gelecekte geçiyor. Sıkı bir ihbar sisteminin olduğu ve insanların ihbar sonucu yargılanmadan mahkum edildikleri ve ceza olarak hafızalarının silindiği bir sistem var. Kitabın kahramanı bu tür bir ceza almış birisi, hafızası yok ve kendi ihbarcısının peşine düştüğünde geçmişini de hatırlamaya başlıyor.
Şu günlerde gazete okudukça çevremdeki insanlarla konuştukça bu kitabı hatırlıyorum. Her yere MOBESE, mahalleye ihbar kutusu, otobüse karakutu, ve büyük olasılıkla gerçek olan telefon dinlemeler falan derken son dönemlerde AKP bize bilimkurgu tadında bir hayat yaşatmaya başladı. Neredeyse tuvalette bile izleniyoruz (Al sana 1984, "Big Brother is Watching You"). Devlet heryerde, mahremimiz kalmadı. Ailemizi geçtik evcil hayvanımıza bile karışıyorlar. Bir eksiği var, teknoloji o kadar gelişmiş olmadığı için "Brave New World"'deki kuluçka makineleri yerine kadınları kullanıyorlar. "Alpha male" doğurana prim veriyorlar. Medya devlet kontrolünde (1984, War is peace, Freedom is Slavery, Ignorance is strenght) sık sık "Malabar Front"'dan haberler taşıyor bize (1984, "Remember the Malabar Front"). Bir gaza geliyoruz yok Doğu Türkistan, yok Arakan diye, Türkiye'den olanlardan uzaklaşıp dünyada diğer ülkelerde yapılanlara cıkcıklanıyoruz. Son olarak da ihbar kutularıyla bizi bizbirimizi satmaya teşvik ediyorlar (1984, "Underneath the chestnut tree I sold you and you sold me").Tahmin ediyorum AKP-Bilimkurgu ilişkisini kuran sadece ben değilim. Gezi sürecinde V maskelerinin bu kadar tutması da muhtemelen bu benzerliğin bir ürünü.
Kişisel olarak henüz Winston Smith kıvamına gelmedim. Evet, güvende hissetmiyorum ama onun kadar travmatize de değilim. Hayatın üzerinde kontrolüm olabileceği algısına halen sahibim.

Bunları düşününce aklıma AKP'nin yaptığı bir haksızlık da geliyor. AKP hükümeti, kendisine bu kadar ilham vefren bilimkurgu yazarlarına telif ödesin. Evet farkındayım, mesela Orwell'in mirasçısı yok, diğerlerinin de mirasçılarını takip etmek zor ama en azından icraatlarını dibine kopirayt ibaresinin koysunlar. Ayıp ediyorlar zannımca.

 Bir diğer önerim ise AKP'yi ödüllendirme yönünde. Derim ki AKP Hugo ve Nebula ödüllerine aday gösterilsin. Edebiyar dalında değil, Bilimkurguyu en iyi gerçeğe dönüştürme ve korku ütopyalarını hayata geçirme dalında. Çağrımı da şöyle yapıyorum:

"Eyy Hugo, Eyy Nebula sen kim oluyorsun ki benim başbakanıma bir ödül bilem vermiyorsun, adam mısın lan sen?" Kasımpaşa şivesini iyi özümsemiş miyim? ne dersiniz?

Cuma, Ağustos 02, 2013

Irkı: Tekir

Üniversitenin son yılında Prof. Dr. Güler Fişek'ten bir ders almıştım. Family psychology. Ders aileye farklı perspektiflerden yaklaşan okumalara maruz bırakıyordu bizi. Antropolojik açıdan, sosyolojik açıdan hatta tarihsel açıdan bakan makaleler vardı. Dersin dönem sonu ödevlerinden biri de bir Genogram yapılmasıydı.
Aile hikayelerini, eskiden olanlar vs dinlemeye ilk kendimi bildim bileli meraklıyımdır. Bu yüzden geveze yaşlılar çocukluğumdan beri beni pek severler. Onlar anlatsın, ben ağzım açık dinleyeyim. Bu ödev bu yüzden de ilgimi çok çekti. Hemen bilgi arayışına başladım. Baba tarafım çabuk bitti. Bilinen pek akraba yok, bilinen tarihçede ise birçok göç olduğundan ancak 4 kuşak geriye gidebildim ve babamın dedesi Kaşif Altan'a ulaştım. Kaşif Dede ya da çevrede yaşayan kürt aşiterlerinin deyişiyle Kaşo, benim için fantastik bir masal kahramanı gibidir. Bababannemle geçirdiğim günlerde sürekli onun ve muhteşem kısrağı kuruş'un hikayelerini dinlerdim. Nasıl ata ustalıkla binermiş, kürt aşiterlerinin arasında nasıl arabuluculuk yaparmış, aileler arası düşmenalık yüzünden ailesinin önce Kemah'tan erzincan'a, sonra da İstanbul'a nasıl taşımış... İlkokulda babannemin ölümünden sonra en azında Kuruş ete kemiğe büründü benim için. Eşyalar arasından yanında yavrusuyla bir fotoğrafı çıktı. Güzel bir ingiliz atı. İşin bir de saray tarafı var. Arda benimle çom dalga geçer "saraylı" diyerekten. Ben de "babamın dedesi dolmabahçe sarayında ibrikçibaşıymış"derim. O hikaye ile ilgili de detaylar öğrendim. Genogram için bir gün babamı sorguya çektim, bir diğer gün amcamı sorguya çektim ve kısa ama renkli hikayeyi kolayca tamamladım.
Annemin tarafı daha çetrefilliydi. Yüzyıllardır Eğrdirde yaşadıkları için ve oranın en bilinen ailelerinden oldukları için pek çok bilgiye ve kaynağa ulaştım. Annemin en büyük kuzeninden nenemin ilk talibi ve nenem onunla evlenmeyince hayatı boyunca bekar kalan Tevfik Bey'i duydum. Ailenin lakabının sebebi olan "Gubur İncikli Salih" ile aramızda kaç kuşak var onu belirledim. Ailede bulunan bazı genetik hastalıkların nereden geldiğini saptadım (Ispartalı bir aileden gelin gelirken çeyizinde getirmiş hepsini).
Bu kadar bilgi topladım ama kimse bana ertnik kökenimle ilgili birşey söylemedi, söyleyemedi. İhtimaller söyle: Gürcü, Çerkez, Acem, Kürt, Ermeni, Rum, Türk. Hatta hatta bunların bir karışımı. Aile hikayesi göçlerle dolu tek kişi ben değilim bu ülkede. Yüzyıllarca kaydın tutulmadığı, birçok göçün yaşandığı ve öncesinde de binyıllarca birçok farklı kültüre ev sahipliği yapmış bir ülkede ırktan, soydan bahsetmek abesle iştigaldir.

Buna getirecekleri karşı argüman tahminimce şu olacaktır: "Sen kendini ne olarak görüyorsun? kendini nasıl tanımlıyorsan o ırka mensupsun" Cevabım şu: BEN TEKİRİM

Pazar, Haziran 16, 2013

babalar günü mesajı

Kötüsün, hainsin, narsistin kralısın. Kendinden başkasını düşünmüyorsun. Dünya senin çevrende dönüyor sanıyorsun. Herkes senin uzantınmış gibi davranıyorsun. Empati yeteneğin yok. O kadar ki kimseyi sevmiyorsun, belki aileni bile. Artık o kadar hastalıklı bir hale geldin ki artık diğer insanları seviyormuş, umursuyormuş gibi de yapamıyorsun.
Bir tek kendini önemsiyor, kendini seviyorsun. Patolojin o kadar arttı ki artık psikoza kayıyorsun. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayrıd edecek sağduyudan yoksunsun. Sen başımızdaki kara bulutsun. Bir belasın. Seni hak edecek nasıl bir hata yaptık bilmiyorum.
Herşey senin bildiğin gibi olmalı istiyorsun. Doğru bildiğinde ısrar ediyorsun ve değiştirmeye yanaşmıyorsun. İnatçısın ve sabit fikirlisin. İstediğin olmadığında küplere biniyorsun.
İnsanları manipule ediyorsun. Bizler senin gözünde sadece benlik değerini yüksletmek, ayakta tutmak için kullanacağın piyonlarız. Kaç kişinin hayatını kararttın. Kötüsün, hem de çok kötüsün.
Bir tarafına kına yak artık. Senden nefret ediyorum... En büyük kötülükler seninle olsun.

Mantık sorusu (aynı zamanda yarınki ÖSS'ye hazırlık)

Aşağıdaki fotograf dizisine göre en sona kimin fotografı gelmelidir?








?

Cuma, Haziran 14, 2013

Güvende hissetmiyorum ve şuursuz proce ve marjinaller

Bu olaylar başladığından beri herkes gibi ben de oldukça çelişkili duygular içindeyim. Bir tarafım kıpır kıpır, bir tarafım kara kara düşünüyor. Sonuçta herkeste olduğu gibi bende de bir verimsizlik var. Sürekli haber kontrol ediyorum. Çözüm olacakmı, iyi bir çözüm çıkacak mı? herkes gibi ben de düşünüyorum. Bunları düşünürken kendini güvensiz hissettiğimin farkına vardım. Bu azıtırsa daha da, sesimizi yine duyuramazsak halimiz ne olur? Bizi koruyacak, kollayacak bir yapı yok.
Aslında sedece kendim, Yamaç, Arda, hatta annem için değil bu endişem, beslediğimiz büyüttüğümüz kediler ve köpekler için de endişeliyim. 2 yıl önce Yamaç'ı ilk eylemine götürmüştüm. İnternet sansürleri için slogan atmıştı. Ekim ayında yine gittik eyleme. Bu sefer kediler, köpekler için tüm gücümüzle destekledik eylemi. Birilerinin akılna eserse çocukların yuvalarından, canlarından olması an meselesi. Unutmamak lazım hem, gelip onların yaşam alanlarına yerleşen, rahatlarını bozan biziz. Beyfendi bu ülkede tek başına yaşamıyor. % 50, % 50 ve havyanlar, ve bitkiler ve daha niceleri de yaşıyor. Hatırlatırım.
Diyor ki İstanbul projesinden 2011 seçimlerinden önce bahsetmiştik. Sayıyor sonra boğazımıza dizilmeye çalışılan üçüncü köprü, havaalanı, bir de ganal procesi. Kendisi oldukça iddalı bir proce (Keşke bu proceyi Prof. Dr. Zihni Sinir yapsaydı). Ben de derim ki
"canım bu dediklerin öyle saçma şeyler ki, özellikle kanal projesi, biz seçim zamanı seni çok hafife aldık, bu şuursuzlukları eyleme dökeceğini bilemedik". Gerçekten kışla projesi gibi kanal projesinin de rasyonelini anlamış değilim. Ekoojik dengeyi bozacağı belli ancak bu projenin nasıl bir işlevi olacak merak ederim. Bilen varsa beni aydınlatsın.
Bir de biraz önce aklıma geldi. Her konuşmada din, Allah lafı ediyorlar. Allahın yarattığı güzellikleri yıkmak, bozmak, dengeyi altüst etmek gühan değil midir? Yine sorarım bir bilene. Sırf bu tartışılanlar değil HES'ler için de aynı şeyi söyleyebilirim. Hazır ormanlar varken onları yakıp yıkıp yenilerini dikemeye uğraşmanın ne anlamı var. Elimizde revize edilip daha verimli kullanılabilecek olanlar varken niye çevreye zarar vermek pahasına yenilerini yapıyoruz. Ağaçları neden israf ediyoruz? İsraf haram değil mi. Bir bilene yine sorarım.
Bu olay yüzünden 75 yaşındaki annem oldukça ektilenmiş durumda. Kadının tansiyonu yükseliyor, geceleri uyuyamıyor. Aslında o da herkes gibi ama tansiyon hastası olunca böyle etkileri oluyor.

Yandaş medya bu arada iyice paranoyağa bağlamış. Önce CHP diye tutturdular. CHP direnişi desteklemekle birlikte parktan uzak duruyor. Bu yetmedi marjinallerden bahsettiler. Marjinalin operasyonel tanımı önemli. Biz gençken hipster apaçi emo çıkmadan önce marjinal denen tipler vardı. Saçlarını pembeye maviye boyarlar, belli tip giyinirlerdi falan. Acaba o akımdan mı bahsediyorlar. Öylesye derim ki "tontişim, marjinallerin modası geçti. Hipster de anlaşalım".
Cankuş medyanın bir diğer yumurtası da soros ile ilgili. olayların ardında soros varmış. Gezi olayları deşifre edilmiş. Bebeğim
, biraz kendi kendini dinlemeyi bırakıp insanları dinlesen ya.

Çarşamba, Haziran 12, 2013

Bana sorsalar

Diyorlar ki 2 yıl önce Erdoğan'a demokrat diyenler, şimdi diktatör diyorlar. Bu nasıl iş?
Bana 12 yıl önce sonranız ben derdim "bunun kumaşı bu" diye. Şimdi mi aydınız.

Bir de dişişleri bakanı'nın yaptığı mükemmel çıkarımlar varmış. Efendim insanlarda çevre bilinc varsa, bu yüzden eylem yapıyorlarsa bunun sebebi de kendi iktidarları sırasında refah seviyesinin müthiş yükselmesi, ve insanları temel ihtiyaçlarını tamamlayıp çevre bilincini edinmeye başlamasıymış. Canikom, olay sadece Gezi değil. Benim listem daha uzun. Alkol de değil, kürtaj da değil. birçok şeyin yutturulması, üstünün kapanması. Sivas katliamının üstü kapatılıp zaman aşımına uğratılması, 4+4'ün yangından mal kaçırır gibi geçirilmesi, Uludere olayı, 12 eylül referandumunun darbeyle hesaplaşma gibi yutturulması. Daha ne desem ki?

Kendimi güvende hissetmiyorum. Bugün bir arkadaşımla konuşuyorduk, hissettiğim güvensizlik sadece kendim ve ailemi içermiyor, beslemekte olduğumuz birsürü hayvanın güvenliğini de içeriyor. Beyfendi herşeyimize karışıyor.

Bu arada psychological evaluation önerenlere bir çift sözüm var. Onun derdi hukuken kendisine engelolacak birşey değil.

Salı, Haziran 11, 2013

Kampanya: Game of Thrones Yasaklansın


Dizi yasaklansın istiyorum. Dün geceki bölümde halkı isyana teşvik edici göndermeler vardı. Geoffrey, "Ben kıralım, istediğimi yaparım" dedi, küplere de bindi bi güzel. Ben çok teşvik oldum şahsen ayaklanmaya. 

Pazartesi, Haziran 10, 2013

Boyner

Boyner'den alışveriş yapmayı sevmem. Ya çok pahalıdır malları, ya da ucuzdur ama uyduruk olur. Cem Boyner'e de YDH döneminden beri bir antipatim vardı. Halkı tanımadan sırça köşkünden politikaya atılıyor, sokakta yaşayanı tanımıyor, karşılaşmıyor bile diye düşünürdüm.
Adam son 3-5 gün içinde kendi kendini Gezi için tehlikeye attı. Dün şahsiyet (ya da Melih Aşık'ın söylediği gibi Beyfendi) Boyner holding'i hedef gösterdi, bugün hisseleri Borda'da çakılmış. Bu borsa işlerini anlamıyorum, parayla uğraşanları anlamıyorum. Bir miktar daha kazanmak insanların özgürlüğünden daha mı önemli. Referandumda, genel seçimlerde aman ekonomik stabiliyete zarar gelmesin diye beyfendinin gücüne güç kafan birçok bankacı vardı. Şu anki kısıtlamalar muhtemelen benden çok onların yaşamlarını kısıtlayacak. Bugünün geleceği çok öncesinden belliydi.
Aldırma kardeşim ne derse desin. Boyner'in yaptığı gibi riske at da beyfendicik görsün tanrı olmadığını. Boyner holding'in çakılması beyfendinin kontrol ilüzyonunu daha da güçlendirecek, başımıza daha beter tebelleş olacak.
Son dönemde primitive defenseleri üst üste sergiliyor zaten... projection, denial, projective idenfification,  splitting'in kralı. Daha ne vardı.


İhtiyacım yok ama Boyner'den alışveriş yapasım var. Beyfendiye karşı durma cesaterini gösterdi, umarım Cem Boyner bu durumdan fazla zarar görmez.

Padişah taktiği

Osmanlı döneminde Padişahların halk arasında neler dönüyor, gidişat nasıl, insanlar neler düşünüyor vs. bunları öğrenme amaçlı kullandıkları bir yöntem de tedbili kıyafet gezmekti. Tahimn ediyorum bu çokça bilinen birşey. Şimdiki padişeyh böyle yapmıyor. Neler olup bittiğini, neler olduğunu dolaylı olarak ve tahminen çarpıtılmış şekilde başkalarından öğreniyor. Parkta neler oluyor, insanların aslında derdi nedir... bunları öğrenmemiş oluyor. Biri bu adamcağızı uyarsın. Allah rızası için bilgilendirsin diyeceğim. Çok iyimser ve safça olacak.
Tabi bir de diğer olasılık var. Bu olasılığa göre şahsiyet neler olduğunu bilmekle birlikte kendi tebasını gaza getirmek için bilmezlikten geliyor. Bu olasılık daha yüksek ancak bence başka bir anlama da geliyor. Ülkeyi yöneten sağduyu değil sadece zedelenmiş, ancak aslında fazlasıyla şişik bir ego.
Bu ego aldığı zararı öyle telafi etmeye çalışıyor ki inatlaşıp duruyor, gerçekleri çarpıtıyor, kendini kurtarmak için bolca yansıtma yapıyor. Tehdit ediyor, yandaşlarını kışkırtıyor. Bütün suçu CHP'ye mal ediyor.

Bilesin diye söylüyorum canım, bizim CHP ile bir ilgimiz yok. Kılıçdaroğlu özünde iyi bir insan ama çözüm değil. Sen ise iyi bir insan bile değilsin.
Daha ne diyim ki!

Bir "Gezi" sonrası sohbeti

Olay 8 Haziran Cumartesi günü Taksim-Hacıosman hattında gerçekleşti. Metro treni kalabalık, Yamaç haliyle kucağımda oturuyor. Konuşurken,

Yamaç: anne Ti (Tea) ne demektir?
Ayse: İngilizcesini mi soruyorsun?
Y: Evet, Ti ne demekti.
A: Ben ne içmeyi seviyorum, neyi çok içiyorum?
Y: GAZ

Bu arada ben eylemin alevli olduğu günler işteydim. Ya da Yamaç'la birlikteydim. Haliyle hiç TOMA görmedim, gaz yemedim...

Perşembe, Haziran 06, 2013

BİİİİİİİP

İstediğim gibi yazsam hakaret davası açarlar, Silivrilerde süründürürler. Onun yerine BİP'liyorum.  O anlar ne dediğimi zaten herkes aynı şeyi söylüyo.
Bir de merak ediyorum, bu kadar çok insanın senden nefret etmesi nasıl bir duygu.

Geçtiğimiz 10 günün özeti

İnadım inat, kıçım iki (2) kanat.

Siz kim oluypnuz ki bana karşı geliyonuz?  daha beter hırs oldum. Özür mözür de dilemem. Alemin maskarası oldum, içerdeki kırılgan benliğimi daha da agresifleşip inatda bindirerek belkim gizleyebilirim. Aman görmesinler, yoksa nasıl alemin kralı olurum.
G. O. Esteban

Salı, Haziran 04, 2013

Tontişi

Son günlerin en tatlı olayıyla bu sabah karşılatık. Tontişi!
Yamaç sahiplendi, ikimiz de çok sevdik oğlanı

. Gıdısı ve göbişi beyaz geri kalanı siyah. Bizimle kal tontişi...

Pazartesi, Haziran 03, 2013

Ayşe LIVE

Sabahtan beri Gezi parkındayım. Çöp topladım, fotoğraf çektim, direnişçilerle konuştum. Ön saflardakiler ne yazık ki oldukça travmatize olmuş durumda. Polis sonradan teşhis edemesin diye dövmelerini kapatıp bireysel özelliklerini kamufle etmeye çalışıyorlar. Bir yandan korku içindeler, diğer taraftan olayın keyfini yaşamaya çalışıyorlar.
Kızlardan bir tanesi  yanıma yaklaşıp şöyle dedi "Abla üzerimden kuş geçse bomba sanıp panikliyorum." Bir diğeri dün gece evde annesinin mutfaka çıkardığı seslerden nasıl irkildiğini anlatıyor. Sinirler gergin, autonomic sinir sistemi alarma geçmiş durumda. Bunu bir de sonrası var.
Parkta işler yolunda. Oldukça organizeler ancak her türlü yardımı bekliyorlar. Özellikle Viks merhem istiyorlar. Sanırım gazman'ın adamlarına karşı iyi bir savunma sağlıyor.
Ortam oldukça iyi. Herkes neşeli. Bu neşeye hayvanlar da ortak oluyor. Ortalıkta dolaşan köpekler, sahipleri tarafından getirilen kediler....
En küçük direnişçi maviş'le tanıştım. Ablasının çantasında seyahat ediyor. Birz korkuyla bakıyor çevreye ama okşayınca rahatlıyor.
Park genel olarak iyi durumda, sadece 1-2 yerde çiçekler zarar görmüş. Onları da yeniden dikmek için ben bazılarıyla konuştum. Gezi'yi çiçeklendireceğiz...
Park açısından en büyük sorun sigara izmaritleri. Topla topla bitmiyorlar. Tiksindim gerçekten. Sigaradan ne kadar nefret ettiğimi beni tanıyan herkes bilir.

Öncesinde istiklalde gezerken dikkatimi çekti. Gazetelerde yazanların aksine sadece 1-2 dükkan kalıcı zarar görmüş (kalıcı zarardan kastetttiğim cam kırığı). Eylemin artıklarını esnaf tinerle siliyor. sabah 10.30 gibi eylemden neredeyse eser kalmamıştı caddede. Aşağıda fotoğrafı var. Bir iki camda böyle etrafı daire içine alınmış kırıklar var. Bir insanın bunu eliyle silahsız bir şekilde yapabileceğinden şüpheliyim. Acaba kim yapmış olabilir?



Yazılar zaten fotoğraflarda!






Pazar, Haziran 02, 2013

territorial behavior ve PFC

Düşünüyorum da bu İBBB olduğu zaman da tutturmuştu Taksim'e cami diye. O zaman da olay olmuştu. Bu günlerde yaşanan olayların daha hafif formu o donemde de yaşanmıştı ama göstericilere kimse müdahele etmemişti. O günden bu yana kardeşimizin camiyle, minareyle ve çeşitli kullanımlarıyla ilgili takıntısını sık sık dile getirdiğini biliyoruz. Bu takıntı gördüğümüz gibi hala devam ediyor ve farklı formlar da alıyor. Cami, Köprü, AVM... Dikeyim de dikeyim. Bu bana biraz köpeklerin kendi alanlarını belirlemek için sağa sola işemelerini hatırlatıyor. "Buralar benim lan!, dokunanı yakarım..." demesinin bir yolu sanki bu. Yok estetikmiş, yok kullanımmış, yok çevreymiş hiçbirşeye saygısı yok. Bu olaylar bir birikimin sonu. Önce iktidara gelir gelmez tezkere krizi patladı. Tezkere çıkmayınca küplere bindi. Dürtlerini kontrol etmekte zorlandığı için küplere her binişi de açık seçik görülüyor. Possible PFC deficit, difficulties in inhibition. Dilini de öfkesini de hala tutamıyor. Karizman çiziliyo güzelim benim.
Anamızı da alıp gitmemizi söyledi ama ben anamı alıp gidemem, birincisi anam gelmez, ben de gitmem. Burası benim, babamın, babaannemin doğmuş olduğu şehir. Babamın mezarının bulunduğu şehir. Tarihini, güzelliğini ondan çok ben biliyorum, cefasını da ondan çok ben çekiyorum. Sonra geçen yıl ortaya attığı bir sürü ipe sapa gelmez şey oldu. Bunlar kanıma dokundu. Yok efendim sezeryan cinayetmiş. 12 saat doğum sancısı ve ardından 3.5 saatlik doğum sürecinde Yamaç çıkamayınca ben de cinayet işlemek zorunda kaldım. Bunların gölgesinde 4+4'ü geçirdi tekme tokatla. Bu da bana dokunuyor. Birincisi bu alanda çalışan bir insan olarak böyle bir kararın çocukların fazdasına olduğunu destekleyecek herhangi bir billimsel bulgu olduğunu düşünmüyorum. Tepeden inme "bunlar 60 aylık okula başlasınlar" kararıyla geçtiğimiz yıl bir çok gariban erkenden okula başladı, büyük sınıflar saat sabah 6.50'de ders başı yapıyorlar vs. Bu kişisel olarak da etkiliyor bizi. Yamaç Temmuzda 60 aylık oluyor. GÖNDERMEM. Sansür, hayvan itlafı, 3-5 çocuk... (Bunları da gündem saptırmak için ara ara tükürdü ortalığa) Bir de ergenekon olayı var. Aslında var değil yok. 12 eylül 2010 referandumunun "darbecilerle hesaplaşma" diye yutturulması var. Kimse istememesine karşı geçen çarşamba temelleri atılan "bogazımıza takılan üçüncü inci" var. Bu incinin adından bahsetmeme bile gerek yok. Şimdiye kadar kendi aramızda konuştuk, dışarıya "Ensesine vur, ekmeğini al" izlenimi verdik. Bu kadar yeter.

Çapulcu Winston Smith

Cumartesi, Haziran 01, 2013

BIG BROTHER IS WATCHING YOU

War is peace Freedom is Slavery Ignorance is Strength

Kendimi zor tutuyorum

En son Ekim ayında yazmışım. Kırpık hastalandıktan hemen sonra. Kırpığım öldükten sonra da tekrar elim yazmaya gitmemişti. Bugüne kadar. Son post'um "seviyoruz kendisini" oldu. Bu sefer de "sevmiyoruz kendilerini" demek istiyorum. Sadece yazmak değil aslında bağırmak istiyorum ciyak ciyak. Bahsettiğim kişi kendini bilir. Ne de olsa tüm yaptıklarımızı, tüm yazdıklarımızı dolaylı yoldan izliyor P.