Perşembe, Ağustos 26, 2010

Gaza geldim tutmayın ve pamuk'un donu.


Kızdım yine. Hem de nasıl. bakalım neler kızdım:
1. orhan pamuk kişisine kızdım. Bir yazar olarak kendisini beğenmekle birlikte "benim adım kırmızı" mertebesine tekrar ulaşmasını mümkün göremediğim bir kişi kendisi. Kendisine karşı çevremdeki birçok kişinin aksine oldukça yansız bir tavrım var. Bugün miliyette oyunun rengiyle ilgili bir haber vardı. Açıkçası donunun rengini söylese daha gizemli bir açıklama yapmış olurdu. Benim haberden anladığım Pamuk'un referandumu AKP'ye güvenoyu olarak değil, anayasa değişikliği olarak hiç değil, sadece 12 eylül darbesine karşı tavır alma olarak gördüğü. İlginç geldi bana.
2. Dün ardabeyciğimiz, velkinimetimizle konuşuyorduk yolda giderken. Sağda solda yol çevresinde tabelalarda "evet" çünküm şudur budur ilanları yapışık. AKP iyi kağıt israf etmiş. ilk önce "hayır"ciların hiç böyle afişlerini görmediğimizi keşfettik. ikinci olarak da Aslında neden "hayır" oyu verilmesinin istendiğiyle ilgili açıklama yapılmadığını falan konuştuk ki bunlar aylardır köşe yazarlarının sütunlarını süsleyen konular. Benim aklıma takılan şuydu. Kılıçdaroğlu'nun muhalefet tarzının da aslında Bayal ile benzer olduğu. Sanki CHP kısır döngüsüne giren herkes kendini buna kaptırıyor ve polemiklerle uğraşıp ona buna cevap yetiştirmeye çalışmaktan ne söyleyeceğini unutuyor. Bunu altında 2 farklı mekanizma yatıyor olabilir. birincisi, parti organizasyonundaki olası problemler. CHP tek adam partisi ya ezelden beri, yine aynı şekilde herşeye bir kişinin cevap vermeye çalışması bir süre sonra en makul kişinin bile zıvanadan çıkıp akıntıya kapılmasına neden oluyor. Halbuki AKP böyler mi Arınç ve arkadaşları polemik yaratıp ona buna laf atarken TRE (kasıtlı olarak yazdım coprayt sorunu olmasın diye)çatır çatır çıkıp konuşuyor.
ikinci olarak CHP'nin içinde köstebek olma olasılığı ve muhalefet etme tarzını belirleyerek partiyi içten çökertmesi (Bu ikinci söylediğim oldukça hipotetik olmakla birlikte CHP içinde eğer gerçekten böyle birisi varsa onu tenzih ederim). Tez savunması öncesi bir de mahkemedir avukattır uğraşamam. zaten Necla da doğum yaptı, sırtımızı yaslayacak bir avukatımız da yok şu anda.
Günün fotosu nedir onu bilmiyorum , rasgele birşey koyacağım.

Salı, Ağustos 17, 2010

Temiz başlangıç


Kaç günden sonra sonunda bugün keyfim daha yerinde gibi. Dün aylardır beklediğim geribildirimin bir kısmı geldi. Tezimin ilk bölümünde anlaşılan çok iş kalmamış. Gerekli 1-2 nokta dışında be bu bölüm uzun olduğu için çıkarmam gereken 2-3 sayfa dışında yapılacak çok iş yok gibi görünüyor. Sevindim. Düzeltmeler yarın elime geçtiğinde daha da mutlu olacağım, ona şüphe yok...

Gelelim discussion'a. Bugün onu bitirmem gerekiyor. birhayli meydana çıktığı için (25 sayfa kadar oldu) daha rahatım. Ancak bu akşama kadar yine çoook çalışıp, gerekirse gece de çalışıp göndermeyi hedefliyorum.

Fotodan bahsedeyim. Mısır'a ilk kez 1996'da gittim. Aswan'da faluka ile gezentilik yaparkene o an makinamda takılı olan Kodak Ectar 25 asa'lık filmle bir foto çekmiştim. Bilenler bilir asa küçüldükçe grenler de küçülür ve netlik artar fotoda. Ben de nereden bulduysam tarihi geçmiş 25 asalık filmle (ki elimde geçmiş en iyi makara filmdi kendisi) falukada yatıp yelkenin fotosunu çekmiştim.
2004'te yolumuz yeniden Aswan'a düştüğünde aynı işi tekrar, bu sefer dijital EOS 300D ile yapayım dedim. İlk makinam Zenith ET iti. Resmen takozdu ama kendisine iyi bakar, yatırım yapardım. Polonya pazarından 28 mm'lik lens bulup onu bilem almıştım.
Herneyse. Aynı fotoyu tekar çekmeye çalıştım. Ortaya böyle birşey çıktı ama orijinal versiyonunu hala daha çok begeniyorum..

Son olarak hadi "HAYIR"lısı

Perşembe, Ağustos 12, 2010

kızdım

Bu yazıyı aslında bundan 2-3 hafta önce yazacaktım ama sinirim geçti ve atladım. 8 yıldır Tarabya'da oturuyoruz. Gül, basının tabiriyle "komşumuz" olan 2. cumhurbaşkanı. Daha önce Sezer de kalender orduevi'nin yanındaki cumhurbaşkanlığı köşküne gelirdi. Adamcağızın gelip gittiğinden haberimiz olmazdı. Gül geldiğinden beri bu durumda değişiklikler oldu. Bana öyle geliyor ki adam bütün vaktini İstanbul'da geçiriyor. Neredeyse haftada 1 bütün Tarabya sahilini ve büyükdere caddesinin büyük bir bölümünü polisler kaplıyor. Öyle böyle değil, tarabya merkeze otobüs otobüs geliyorlar. Elini sallasan polise çarpacak neredeyse. Bu yetmezmiş gibi bir de sahil yolunda park yasağının olmadığı yerlerde bile arabalar çekiliyor. Neymiş efendim Gül geçecekmiş. Bir kere de yolda karşılaştım kendisiyle. Öyle büyük bir konvoyu vardı ki arabamızın yanından geçmesi 6-7 dakika sürmüştür.
Sezer döneminde herşeyne kadar küçük ve gösterişsizse şimdi aksi gibi olabildiğine büyük, abartılı, sevimsiz. Ek olarak rahatsız edici. Sanırım böyle birşey sadece diktatörlükle yönetilen ülkelerde görülen birşeydir. Cumhurbaşkanı geçecek diye halıkn özgürlükleri kısıtlansın, yollar kapatılsın, araçlar çekilsin. Neredeyse o bölgede Gül geçecek diye sokağa çıkma yasağı ilan edecekler. Onu geçtim e4konomik ve ekolojik olarak da olumsuz birşey yaptıkları. O kadar araç, o kadar benzin sarfiyatı, o kadar çevre kirliliği.
İnsanların kendilerini fazla fazla önemsemesi beni hep rahatsız hissettirmiştir. Kendini önemsemek mi yoksa kendini güvende hissetmemekmi orası tartışılır sanırım. Ama bununla başetmenin yolu da milletin hayatını felce uğratmak değil.
O kadar kızdım ki ifade etmekte zorlanıyorum.
neyse bu kadar, biraz daha yazarsam kodese tıkarlar. tam da tez savunması öncesi pek de iyi olmaz.

Salı, Ağustos 10, 2010

sabotaj


Bugün öğleden sonra Yamaç'ı doktora götüreceğim. O nedenle sabah iyi çalışıp, saat 3 gibi evde olmam gerekiyor. Ben ne yaptım peki? Evden planladığım saatten biraz daha geç çıktım ve o telaşla önemli defterin bulunduğu ek çantayı da evde bırakmışım.
şu anda bulunduğum yerde karşımda oturup eğlenceli şeyler yapan bir anne ve 3 yaşlarındaki oğlu var.
Bu yaz için planlarım arasında Yamaç'la böyle şeyler yapmak, biraz serseri serseri takılmak ve tatile gitmek vardı. Yapamıyorum, mutsuzum...
günün fotosuna gelirsek, dede ve torunu, yer Esna sanırım. Bayram günü el ele takılıyorlar sokakta. Biz de kanalın açılmasını beklerken kıyıda takılıp gelen geçene bakıyorduk.

Pazartesi, Ağustos 09, 2010

Hala cevap yok ve bakışmak


Düşünmeksizin geçen bir haftasonunun ardından yine bilgisayar başındayım. Bakışıyoruz yine. Hani ortaokuldayken bir bakışma olayı vardı. Sınıfta birbirinden hoşlanan kişiler derste bakışırdı ya. Onun gibi birşey. Tek farkı bilgisayar ekranı ile birbirimize karşı romantik duygular beslemiyoruz.
Herneyse gelelim bakışmaya. Bununla ilgili bilinçli bir anım yok. sadece ilkokulda derste beni dikizlediğim ama bu anlama yormadığım bir arkadaşım vardı. (Esra sen bilirsin, hani Ufuk vardı sınıfta, yıllar sonra sen söylemiştin bana baktığını !) bir de orta hazırlıkta böyle biri oldu. Yine anlamamıştım da sınıftaki kızlar söylemişti. Çok kızmıştım (niye kızıyorsam artık). Zaten sonrasında da okuduğum sınıflardaki erkek sayısı 3'ü geçmediğinden ve onlar da önümde oturup benimle kanka muhabbeti yaptığından böyle bir olayım olmadı. Üniversiteye de otobüsle gittim ama yol boyunca sadece elimdeki ders notlarına ya da kitaba gömülü olduğum için zaten olmayan becerimi iyice körelttim.
Bakışmanın profesörü kuzenimdi. Profesör az kalır, kendisi bu konuda ordinaryus bir insandı o zamanlar. Şimdi çoluk çocuğa karıştı, heba oldu birikimi. Steril özel okul ortamında yetişen bendenizden farklı olarak o lise'ye otobüsle gider gelirdi. Hep aynı otobüsle gidip geldiği için bakıştığı belli başlı yakışıklılar edinmiş kendisine onları anlatırdı. Sonra bir yaz bizimle yazlığa geldi 1 haftalığına. Hatun öğlene doğru, havlusunu omzuna atıp kırıta kırıta havuz başına gider, 3-4 saat güneşlenip gelirdi. Ben oldum olası havuz muhabbetinden hoşlanmadığımdan gitmezdim ve çevirdiği işleri bilmezdim. O bir haftanın sonunda eve döndüğünde ilk olarak havuz başında çok da yakından tanımadığım kişilerle bakıştığını, evin önünden geçenlerle bakıştığını, o da yetmezmiş gibi bir de komşumuz anten hikmet teyzenin kozalak oğluyla bakıştığını öğrendim. Ardından gelen dönemde ne zaman kuzene yazllıktan birinden bahsetsem "Biz onunla bakışıyoduk zaten..." lafını işitiyordum.
Bunların üstüne şu anki kocasıyla da bu otobüs bakışmaları sonucu tanıştığını öğrenmek OHAA dememe sebep oldu.
Kendisini bakışlarla erkek tavlama becerisi nedeniyle buradan takdir ediyorum ve kendi kızına bu özgürlüğü vermediği için kınıyorum.

Not: kuzenin adı, bu blogu okumadığını bilsem de bende saklı. Zaten sürekli beni çocuklarına onu utandıracak şeyler anlatmakla suçlar...

Fotoya gelince, tabi ki kuzenim değil, bir arkadaşım. Sadece günün konusuna uygun bir foto olsun istedim.

Cuma, Ağustos 06, 2010

perseveration


Konsantre olamıyorum şu günlerde. hem de en verimli çalışmayı yapama gereken dönem bu. Herkes tezinde kendi yaralarını kaşırmış, daha önceki araştırmalarımda kendi yaramı kaşımamışım hiç meğerse. Hatırlıyorum master dömneminden bir arkadaşım tez konusu olarak kendi kişisel travmasını seçmişti ve o konuyla ilgili makale okumak bir yana, datasına bile bakamıyordu. Yardım etmiştim, başkalarının da desteğiyle güç bela bitirebilmişti tezini. Çok zorlandığını hatırlıyorum.
Ben de kendi yaramı kaşımaya kalktım sanırım doktora tezinde. Okuyamıyorum, yazamıyorum. Herşey istatistiksel analizden ibaretken ne güzeldi dünya! Okumaya başlayınca kendimle ilgili şeyler aklıma geliyor, daralıyorum, strese giriyorum. Ağlamak istiyorum... Kimden yardım alacağımı bilemiyorum. Yardım istediğimde yardım çağrımı ciddiye alan yok. Yerimde sayıyorum, kendi kısır döngümde tıkanıp kalıyorum. Kaçmak istiyorum, kaçamıyorum. Kaçmaya kalsam bile kendimden saklanamıyorum.
Sonuç olarak, Discussion yerine blog yazıyorum. Bu da sayılır mı?
Günün fotosu yine Abant, sisli bir sabah, 2004 ekim ayı. güzel geçen 3 günlük bir tatilden hatıra.

Perşembe, Ağustos 05, 2010

Şakalar komiklikler

Selma kenidisine yeni bir blog açmış ve yaptığı ufak tefek ama anormal güzel ve sevimli aynı zamanda kullanışlı işleri blog üzerinden satıyor. Yamaç'ın odası için geçen hafta bir resim satın aldım (Kedili olan)ve bir tane daha sipariş etmeyi düşünüyorum. Ahtapotluyu beğenmiştim ama satılmış:(
adresi:

sakalarkomiklikler.blogspot.com

tavsiye ederim

"Yordamak" üzerine


Bu sıcak günde serinlik hissi veren bir foto koyayım dedim, onu bulmak için arayacak enerjiyi bile bulamadım. Onun yerine ekim ayı sonu sabah serinliği hissi veren bir fotoda karar kıldım. Yer Abant. Sanırım 2004 yılının 30 ekim günü. Güzel bir tatildi. Uzun zamandır yazmıyorum, aslında yazacak şeylerim vardı ama enerjimi Yamaçiko ile ilgilenme, sıcakla başetme ve tez yazma işlevlerim arasında paylaştırdım. Daha iyi oldu.
Şu aralar Kağıtçıbaşı'nın son kitabını okumaya başladım ve bilimsel bir kitabı Türkçe okurken ne kadar zorlandığımı farkettim. En temel kavramları bile anlamıyorum, Daha da ötesi kavramlar öyle yapay geliyor ki, anlamını düşünmek ne kelime, henüz sesi algılama aşamasında takılıp kalıyorum.
Yetkeci ve yetkeli ana-babalık nedir, aralarındaki fark nedir. Anlamadım. Onu geçtim yetke nedir. yet-ke, y-etke, ye-tke,vs diye gidebilir bu sonusza dek.
Yordamak en anlamsızı, istatistik terimlerinden biri ve tam olarak ne anlama geliyor bilmiyorum. Bu güne kadariçinde bu kelimeyi kullandığım en profesyonel cüğmle "Ben bugün yordadım", ya da "Köyümüze yodamacı geldi" oldu.
Buradan, Türkçe'nin bilim dili olarak yeterli olduğu görüşünü savunan arkadaşlara sesleniyorum. Bu büyük bir yalan, uluslararası bilim dilini türkçeleştirmek de oturgaçlı götürgeç ya da gök konutsal avratmıdır nedir onlarla aynı tür birşey.
Kızdım, haklıyım.