Cuma, Ekim 09, 2009

Blog'u ihmal etmeye gelmez.

Son bir haftadır canavar gibi tezim üzerinde çalışıyorum. Dün bir parçasını hocaaya yolladım, bugün yeni bir bölüme başladım. Azimliyim.
Diğer taraftan staja da başladım haftanın 2 günü Çapa'ya gidiyorum. Yamaçiko doğduğundan beri kullanmadığım kadar çok toplu taşıma kullanıyorum. mutluyum. Tabi o kadar zaman ara verdikten sonra alışmak kolay olmadı. İlk gidişimde otobüsteki kokudan ve yandaki teyzenin üstüme çullanmasından şikayetçi oldum. Sonra eve gidince de kendimden iğrendim. Ne de elitist olmuşum 15 ayda!!!! Allahtan çabuk geçti de keyifli keyifli gidiyorum. Haftada iki sabah erkenden Sultanahmet'ten geçmek de güzel şeymiş doğrusu. Zaten hayallerimdeki çalışma mekanı Tahtakale çevresidir, azıcık ucundan yakalıyorum...
Blogu da ihmal etmeyeyim dedim kendi kendime. Yine hazırdan yiyorum ama olsun.
İşte Yamaçiko'nun hiçbir yerde bulunmayan fotolarından biri daha...

Çarşamba, Eylül 30, 2009

Fotoroman! ya da ""Arboretum'da bir öğledensonra.


Pazartesi Öğleden sonra Atatürk Arboretumuna gittik. Merve de bizimleydi o gün.


Gezdik-dolaştık, sonra çimlere yayıldık!


Yamaçiko'nun karnı acıkınca köpekler ve ördekler için getirdiğimiz ekmeklere dadandı. Ancak ekmekler çabucak tükendi. Yamaçiko hala doymamıştı. Onun için.....



o da çareyi zavallı köpeciklerin ekmeklerine saldırmakta buldu. Zavallı köpecikler nereye kaçacaklarını bilemediler.

Cuma, Eylül 25, 2009

Balık koktu


Yamaçiko'nun ilk kelimesi "kedi" oldu. Halen "baba" demiyor, "anne" ise "aade" olarak telaffuz ediliyor. Favori kelimesi "ağaç". Yenilerde bir de "balık" çıktı. Balıkçıya gittiğimizde, kitaplarda gördüğünde "ba" diyor. Hatta migros'ta balık reyonunun yerini kendi başına bulabiliyor. Parmağıyla gösterip "ba" diyor. En sevdiği yiyeceklerden biri de balık. Bu durumda bana da bu fotoyu Yamaçiko'ya ithaf etmekten başka birşey kalmıyor...
Fotoğraf Aswan'da çekildi. Kurban bayramı arifesinde. Balıklar ise sazan. Fotoğrafın adı "Balık koktu".

Keşif Gezisi

Yeni yerler keşfetmeye çıkmayı çok severim. Şanslıyım, Arda da benim kadar keyif alıyor bundan. Bu yıl keşif gezileri için iyi bir fırsat Yamaçiko'nun gündüz uykusuna arabada dalmasıyla gerçekleşti. Bayram tatilinin iki gününü bu vesileyle arabada Kemerburgaz'ın ücra köylerini dolaşarak geçirdik. İyi yanı hem bilinmiyor olmaları, hem de bizim eve sadece 1 saat mesafede olmaları.
Yanımda fotoğraf makşnam olmadığı için görüntüleme şansına erişemedim ama aklımda bir sürü fotoğrafla döndüm o keşiflerden. Tekrar gitmek için fırsat kolluyorum.
Bugün şimdilik fotoğraf yok...

Cuma, Eylül 11, 2009

Hayat! 30 Ağustos 1930-11 Eylül 2003

Bugün babamın ölüm yıldönümü. Aradan geçen 6 yıla karşın hala özlüyorum. Aslında ölüm yıldönümündense doğumgününü kutlama eğilimindeyimdir (ölümünü pek "kutlamam" aslında ama neyse) ama bu yıl 30 Ağustosta İstanbul'da değildim ve kutlama yapacak ortamım yoktu o yüzden babamı anmak 11 eylül'e kaldı.


Fotoğraf 2001 Ağustosunda çekildi. Yer Yalvaç. Fotoğrafın adı "Saklambaç". Fotoğrafta yazılı şir de babamın şiir defterinden.


Ailede en renkli, kalabalık, partili kutlanan doğumgünler hep babamınkiler olmuştur. Benimkinde ya da anneminkinde sessiz sedasız gidilip bir yerlerde yemek yenir, en fazla üstüne gidilip sinemada bir film izlenirken babamınkinde eş-dost-akraba arasından bir sürü kişinin katıldığı davetler verilirdi. Hatta bir kere Eğirdir'de neredeyse 20 kişini geldiği bir yemek daveti vermiştik. Her gelen hediye getirmişti. En unutulmaz olanı ise Bogart's marka ve etiketinde Humprey Bogart resmi olan don-fanila takımıydı. Bu görkemli kutlamalar neden mi yapılırdı? Basit. Babam doğumgünü kutlamalarından nefret ederdi. Tabi gelmiş olanlara kabalık etmek istemediğiden de kızgın olmasına karşın fazla fazla kibar davranırdı. Bu da bizim için bu kutlamaları daha da cazip kılardı.
Son doğumgününü kutladığımızda hastanedeydi. 73. yaşgünüydü ve ilk kez doğumgününün kutlanmasına kızmıyordu. 4 aydır felçliydi ve pulmoner emboli nedeniyle Şişli etfal koroner yoğunbakımda yatıyordu. Yoğunbakım şefi tanıdık olduğundan ve de daha önemlisi babamın orada yatma nedeni yediklerine dikkat etmesni gerektirmediğinden yoğunbakıma gidip babama koca bir dilim pasta yedirmiştim. Yerken de şakalaşıyorduk. Diğer hastaların-ki çoğunluğu kalp ya da şeker hastasıydı ve diyettelerdi- bakışlarının yarattığı suçluluk ve tedirginlik bir yana bugün baktığımda iyi ki yapmışım diyorum. İyi ki o pastayı yerdirmişim, iyi ki son aylarına onu ne kadar çok sevdiğimi sık sık söylemişim. iyi ki felçli geçirdiği son aylarda durumunu kabullenip sevgisinin keyfini çıkartabilmişim.


Babam! Seni kaybetmenin acısı ilk günkü kadar derin değil olamaz da ama kalbimdeki yerin hiç dolmayacak. Sanırım duyguğum özlem hiç bitmeyecek...

Cuma, Ağustos 21, 2009

Gölet ve Üçüncü Köprü'ye Hayır.


Yamaçiko doğmadan önceki yıllarda haftasonları sık sık çevredeki yerlere keşif gezilerine çıkardık. Sabah erkenden arabaya atlar yollar bizi nereye götürürse giderdik. O günlerden birinde yolumuz Kemerburgaz'dan Durusu'ya giden yol üzerinden geçti. Giderken yolun sol tarafında bir gölet gözüme çarptı. Tamamen ağaç gövdeleriyle kaplı bir su birikintisi. Hatta dönüşte bu fotoğrafı çekti.
Geçenerde gazetede okudum. Bu glet İstanbul belediyesinin oradan-buradan su getirme ve yol yapma gibi uzun vadeli sonuçları düşünülmeden gisişilmiş bazı projelerinin etkisiyle kurumuş. Bu fotoğraf bu günlerde kişisel gündemimi meşgul eden bir konuyla da alakalı: Üçüncü köprü. Bilimadamlarının görüşüne göre orman alanlarını ve su kaynaklarını bozacak ancak karşılığında RTE tayfasının paracıklarına paracık katacak bu projeyi protesto ediyorum. Daha fazla ağzımı çaıp ergenekoncu diye içeri tıkılmamak için de fotoyu ekleyip bu kaydı bitiriyorum... Çok kızdım.

Çarşamba, Ağustos 19, 2009

Aswan'da sabah


Yeni fotoğraflar çekemiyorum. bunu yazdım daha önce. O yüzden eskileri karıştırıp, onları bloguma ekliyorum. Bu foto da Aswan'da çekildi. Bayram erifesi sabah 6 civarıydı. Serinliğin ve tenhalığın tadını çıkarmak için sabah 5 gibi yollara vurmuştuk kendimizi. Esnaf yeni yeni dükkan açıyordu henüz. Fırınlar çalışıyor, tezgahlar kuruluyor ve etrafa çok güzel yemek kokuları saçılıyordu bu sayede. Bu amca da bir köşeye büzüşmüş ayılmaya çalışıyordu. Tahminimce geceyi sokakta geçirmişti, pek çokları gibi.
Bu fotoğrafın orijinal hali değil tabi ki. Biraz sağdan soldan kırptım, siyah-beyaz'a çevirdim, azıcık da kontrast ekledim. Hatta bir keresinde bir fotoğraf sitesinde ödül almışlığı bile var bunun. Beğenmek-beğenmemek size kalmış. Bana kalan sadece buraya yüklemek.

Salı, Ağustos 18, 2009

Oregon Sahili

Cuma günü Berrin ve Devin Oregon'dan geldiler. Onların şerefine 2006 ekiminde ilk gidişimizde çektiğim bir fotoyu koyayım dedim bugün. Çekildiği yer Oregon'da Cannonbeach dedikleri bir sayfiye yeri. Deniz çok soğuk olduğu için neredeyse kimse girmiyor. Ne de olsa Pasifik...

Denizde görünen devasa kayalar rivayete göre St. Helens ya da Mount Hood patladığında denize kadar fırlamış kayalarmış. Çok hoş, uzun bir sahil şeridi var. Taa California'ya kadar uzanıyor. Biz sanırım 200-300 km'lik bir kısmını görebildik sadece.

Bu arada Yamaç ve Devin Dida yarın görüşecekler. Heyecanlıyız...

Pazar, Temmuz 26, 2009

Tatil

Yarın sabah Yamaç'la ilk tatilimize çıkıyoruz. Ida ve Özlem'le 4-5 gün geçireceğimiz Bodrum'a gidiyoruz. Heyecanlı ve endişeliyim. Hazırlıklarımız neredeyse tamam. Sabah 4 gibi yola koyuluyoruz. Bakalım bizi neler bekliyor...

Cuma günü görüşürüz

Perşembe, Temmuz 23, 2009

Yedigöller ve mangal dumanı



mangal dumanının bu kadar güzel görünebileceğini hiç düşünmezdim. Yedigöller'e gittiğimiz o günün öncesine kadar. Hem güzel fotoğraflar çeki hem de mangalda pişen kuzu pirzola kokusunu içinize çekebiliyorsunuz. Kalabalığa karşın huzur içinde olabileceğiniz bir yer Yedigöller. Tekrar gidilmesi planlanan ama gitmek için bir türlü organize olunamayan bir yer aynı zamanda.

Köprünün üstündeki tabi ki yine Arda...

Pazartesi, Temmuz 20, 2009

yamaçiko boğaz gezisinde


Geçen salı, şu anda İstanbul dışında yaşayan Pınar, kardeşi Başak, Özlem ve İda ile bir kaçamak yaptık. Boğaz vapuruna binip Anadolu kavağına gittik. Yamaçikonun şimdiye kadarki en uzun deniz yolculuğu oldu. Benim aksime kendisi oldukça keyif aldı bu yolculuktan. Yol boyunca sallanan vaprda bir oraya bir buraya atlayıp durdu, uyuyan uyumayan bilimum turist kişiyi taciz etti, pet şişelerin üstünde taklalar attı...
Ben ise yol boyu bu çığırtkanın peşinde koşmaktan bitap haldeydim.

Gezinin başlangıcından bir fotoğraf aşağıda. pardon yukarıdaymış.
Yeniköy iskelesinde bineceğimiz vapurun yanaşmasını bekliyorken....

Cuma, Temmuz 17, 2009

2003 şubat

Fotoğraf çekmeye 13 yaşında babamın polonya pazarından aldığı emektar zenith ET ile başladım. Pozometresi dışarda, metal gövdeli, ağır, tüm zenithler gibi zaman zaman perde hatası veren bir makinaydı benim emektarım. Emektar diyorum çünkü kendisini 6-7 yıl kullandım. Polonya pazarına gidip çeşit çeşit lensler bile aldım ona. Güzel fotoğraflar da çektiğim oldu kendisiyle. Hatta bir dönem yapışık kardeş gibi yaşıyorduk kendisiyle. Nereye gitsem yanımdaydı. Severdim kendisini.
Üniversitede daha fazla ilgilenmeye başladım fotoğrafla. Eski hobim olan resim'e vakit harcamak istemiyordum artık. O dönemde nenemim sponsorluğunda Canon A-1 sahibi oldum ama Zenith hala hep yanımdaydı. Çift makina çalışıyor, Zenith'le siyah-beyaz çekiyordum. Ancak Canon ya da Canan, Canon'cu oluşumun başlangıcıdır.
300D Ocak 2003'te alındı. E çağ değişmişti artık ve dijitale geçiş lazımdı. 300D ile İstanbul'da birkaç ısınma turu attıktan sonra çıktığımız ilk tatilde Paris'e düştü yolumuz.
Aşağıdaki fotoğraf malum kulenin altında bir gece çekildi. Yeni makinam ve ben o zaman ısınma turları atmaktaydık.


300D duymasın ama daha sonra hiçbir makinayla Zenith'imle kurduğum ilişkiyi yaşayamadık.

Salı, Temmuz 14, 2009

"İnek Denizi"


Dünkü uzun yazıdan sonra artık Eğirdir dosyasını bir süreliğine kapatmam gerektiğini hissettim. Evet özledim, takıntılı şekilde özledim, bazen rüyalarıma girecek şekilde özledim, biliyorum ama biraz başka şeylerden de bahsetmek fena olmaz diye düşünüyorum. Tabi kapanışı da farklı bir fotoğrafla yapayım dedim.
Bu fotoğrafı 2003 Temmuzunda çektim. Eğirdir'in simgesi olan çatal zirveli "Sivri" dağının eteğiden çektim. Bu yerin biraz aşağısında evler başlıyor ve halk arasındaki adı "inek denizi". Eskiden bu bölgede ev yokmuş ve evlerin tuvaletleri temizlendikten sora atıklar arabalarla getirilip buraya dökülürmüş. İşin garip tarafı o dönemde şehirlerarası (Konya- Isparta) yolu da bu bölgenin biraz altından geçiyormuş. İnek denizi adı nereden geliyor gerçekten bilmiyorum ama güzel manzaralı, havadar bir yer.

Pazartesi, Temmuz 13, 2009

Kirliliğin Fotoğrafı



Özel gün ve özel istek temalı postları saymazsak neredeyse bütün fotoğraflarda Eğirdir var ve mutlaka 1-2 çift laf etmişim göldeki bozulmadan. Bugün biraz araştırma yaptım bununla ilgili. Göldeki kirlenme oranı ve bozulma gerçekten de beklediğimin oldukça üzerindeymş ve iyi haber birileri bu konuda çoktan birşeyler yapmaya başlamış bile.

Bir gazete haberiyle başlayalım:

O KİRLİLİĞİN FOTOĞRAFIDIR: Türkiye’nin ikinci büyük tatlı su kaynağı olan, doğa harikası Eğirdir Gölü kirlilik alarmı veriyor
Çevresindeki yerleşim yerlerinin evsel ve sanayi atıklarıyla, tarım ilaçlarıyla kirletilen Eğirdir Gölü’nde hazin sonu önlemek için çalışmalar sürerken, sudaki balık türleri hızla yok oluyor.

Milliyet gazetesinin haberine göre; Göldeki zengin balık türleri ve tatlı su ıstakozu kerevitin hızla azalarak tükenme noktasına gelmesi üzerine Isparta Valiliği ve Çevre Orman İl Müdürlüğü’nün geçen yıl uygulamaya başlattığı Eğirdir Gölü Yönetim Planı’na en büyük proje desteği WWF Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) ve Siemens Ev Aletleri’nden geldi. İki yıl sürecek çalışma kapsamında, gölün eski canlılığına kavuşması için balıkçılık ve tarım eğitimleri veriliyor, ekoturizm alternatifleri hazırlanıyor.

50 kilometre uzunluğu, 16 kilometre genişliğiyle Isparta’nın denizi olarak algılanan Eğirdir Gölü’ne gelecekte de Antalya ve Ankara’nın potansiyel su kaynağı gözüyle bakılıyor. Göl, geçen sene yaşadığı kuraklık tehlikesini bu yıl gelen yağışlarla atlatmış gibi görünse de, çevresindeki 80 yerleşim yerinin evsel ve sanayi atıklarıyla, tarım ilaçlarıyla acımasızca kirletiliyor.

Proje desteği

2008’de hazırlanan yönetim planının hedefi, gölün kirletilmesine engel olmak... Yönetim planının hazırlanmasında da aktif olarak yer alan WWF Türkiye, planın uygulanması aşamasında da Siemens Ev Aletleri’yle “Yedi Renkli Göle Yedi Renkli Hayat” isimli proje için işbirliği yaptı. Proje kapsamında, gölün çevresinde konuşlanan çiftçilerin tarım ilaçlarıyla gölü kirletmemeleri, damla sulama yöntemleriyle su kaynağını daha planlı kullanmaları için eğitim veriliyor. Göldeki balık türlerinin azalması sonucu uygulanan avlanma yasağıyla zor durumda kalan balıkçılara, sürdürülebilir balıkçılık eğitimi uygulanıyor.

Projeyi Eğirdir’de anlatan Siemens Ev Aletleri Pazarlama Müdürü Ayşe Özkaya, “Eğitimler sayesinde çiftçilerimiz, hem kendi arazileri hem de ülkemizin ve dünyamızın geleceğinin korunması adına ellerinden geleni yapacak” dedi. WWF Türkiye Genel Müdürü Filiz Demirayak ise “Gölün gelecekte var olabilmesi, sürdürülebilir tarım ve balıkçılık faaliyetleri, bölgedeki kirlilik unsurlarının bertarafı ve yöre halkına alternatif geçim kaynağı sunacak faaliyetlere bağlı. Göldeki kirliliğe ‘dur’ denilmeli” diye konuştu.

Balıkçılar: Lağım çukuru gibi kokuyor

Göldeki balık türlerinin hızla yok olması üzerine 2008’de 4 yıl süreyle uygulanacak av yasağı getirildi. 2005’te 114 ton kerevit (tatlı su ıstakozu) avlanırken, bu 2007’de 11 tona düştü, şimdi ise çok daha az miktarda olduğu tahmin ediliyor. Yakın zamanda yüzlerce ton avlanan sudak balığı ise neredeyse hiç kalmadı. En büyük geçim kaynaklarının yok olmasından korkan balıkçılara göre, derelerin atık taşıdığı gölün tabanı lağım çukuru gibi kokuyor.


Bugüne kadar göldeki bozulmayla ilgili bilgilerim kendi gözlemlerimden, bölge halkının (çoğunlukla annemin kuzenleri) anlattıklarından ve nenemin anlattığı eski hikayelerden geliyordu. Bozulma 1950’lerde başlamış. “Hizmet sektörü”nün hız kazanması ve dönem politikacılarnın uzun vadeli olmayan islah politikaları sonucu ilk büyük zarar göle tatlısu levreği (sudak) ya da yerli halkın deyişiyle “dişlibalık” yumurtalarının atılmasıyla başlıyor. Bunun sonucunda gölün faunasında ciddi değişiklkler olmaya başlıyor. Nenemin ben çocukken anlattığı bütün o güzel balık türleri mesela kavinne (Phoxinellus handlirschi ), sıraz (Capoeta pestai), Yağ balığı(Pseudophoxinus egridiri) ve adını nette bulamadığmı çiçek balığı, hızla yok olmaya başlıyor. Elde sadece bana göre yavan bir tadı olan sazan, biraz gümüş balığı, sudak ve eğrez kalıyor. Nenem eski günlerden büyük bir özlemle bahseder. O lezzetli balıkları nasıl tuzladıklarını, göl kenarında buğday yıkanırken bütün balıkların akın akın geldiğini anlatır. Eski evlerin güzelliğinden de bahseder. Şu anda önünden konya yolunungeçtiği ilçe merkezinin güney kısmını oluştran evlerin önü o dönemde göle açılırmış. Her evin önünde gölden gelen suyun toplandığı bir havuz varmış. Annemler o havuzda toplanan yengeçleri seyrederlermiş çocukken. Şu anda göl kıyısında bu güzel evlerden bulmak imkansız. Hepsinin önünden sevimsiz br asfalt geçti ve daha da fenası eski evlerin sahipleri bu konakların önlerine betonarme apartmanlar diktiler. Bu apartmanlarla ilgili anılarımı ve çocukluk tepkilerini başka zamana bırakacağım. Şimdilik odağımız farklı...
Sudak’ın ardından kerevit gelmiş göle. Bu gerçekten ilginç çünkü bugün bu aaştırmayı yapana kadar ben de kereviti gölün orijinal faunasındaki canlılardan biri sanıyordum. Böyle değilmiş. Kerevit tohumları 1966’da atılmış ve 1980’lere kadar göl dünyanın en büyük kerevit üreticisiymiş. Ardından yanlış avlanma ve bilinçsizlik nedeniyle kerevitlerde bir çeşt mantar türedi ve bu kapı da kapandı.
Bununla beraber Demirel iktidarı döneminde gölün suları Isparta ovasını sulamak için kullanılmaya başlandı. Ardından Gönene ve karacabey barajlarına da su gönderilmeye başlandı. Göün sulaı çekildikçe çekildi. Hatta hak arasında “Demirel gölü kurutmaya çalışıyor” esprileri dönmeye başlamış bu dönemde.
Bugünkü hali gazete haberlerinde görüldüğü gibi. 4 yıl süreyle balık avlanması yasaklanmış . Yeni projeler geliştirişmiş ancak ek çoğu için çok geç. Geri dönülemeyecek bir yerdeyiz. Göle her bakışımda 1950’lerde iktidarda olan “merhum” bazı politikacıları ve ısparta’nın “Çoban Sülü"sünü “SEVGİYLE”!!!!! anıyorum.

Not: Bunu yazarken bilgilerimi doğrulamada, yeni bilgiler edinmede ve balık isimlerinin latıincelerini bulmamda faydası olan bir kaynağı yazmadan geçemeyeceğim.
Kesici, E., & Kesici, C. (2006). Eğirdir Gölü (Isparta)’nün Doğal Yapısına Yapılan Müdahalelerin Gölün Ekolojik Yapısına Etkileri . Ege Üniversitesi Su Ürünleri Dergisi, 23, 99-103.

Not 2: Nenemin yazılışı “nene” dir. Nine değildir. O sadece benim nenemdir. Şadiye Talay’dır.

Eğirdir'e devam


Odağımı dağıtmadan devam edeyim istiyorum. yine 2006 Eylül ayında çekildi bu fotoğraf. Normalde Eylül ayı gölün oldykça durgun olduğu, fırtına-dalganın pek olmadığı bir dönemdir. ancak O gidişimde neredeyse hiç sakin bir güne denk gelemedim. Fotoğrafta da rüzgar hissediliyor bence. Bir diğer şey de adada göl seviyesine inebilmekti. Evet o anlık hoş birşeydi ama bunu n sebebinin gölün çekilmesi olduğun bilmek pek de iyi hissettirmiyor insana.

Cuma, Temmuz 10, 2009

Çarşamba, Temmuz 08, 2009

Hamam


M.S. 1. yüzyıldan kalma bir hamam. Şahıs kuzen Ümran...
Yer Yalvaç, Psidia Antiochea

Pazartesi, Temmuz 06, 2009

Eğirdir 2006


Eğirdir'e en son 2006 eylülünde gitmiştim. evden "Ankara2ya kongreye gidiyorum" diye çıkıp. gerçekten Ankara'ya uğrayıp. Aslı'nın evinde kahvaltı edip, öğlen otobüsüyle Eğirdir'e gitmiştim.
Son gidişim hayakırıklığı idi. Eğirdir'den ayrılırken hissettiğim duygu daha öncekilere göre çok farklıydı. Yoğun bir hüzün ve kayıp hissi hakimdi. Eski güzellikleri bulamamıştım, gölün suyu çekilmiş, kıyıları sazlıklar kaplamaya başlamıştı.
Çirkinleşmesine karşın hala güzel kalabilen bir yer Eğirdir... İstanbul gibi.

Cuma, Temmuz 03, 2009

Küçük Lord için özel


Biraderim Küçük lord'un isteğini kırmayarak hasretle bahsettiği ve israrla istediği fotoğrafı budara sunmaktan gurur duyarım. Tarihi çıbıkların altında kolları açık şekilde poz veren Arda (ThePumpkinking). Kolu görünen kişi ise Küçük Lord'un kendisi.
Adet yerini bulsun diye yazıyorum. Canon EOS 300D ile çekildi.

Çarşamba, Temmuz 01, 2009



Biraz memleket milliyetçiliği yapalım dedim bugün. Gelecek haftaya kadar yetiştirmem gereken bir sunum olduğu için bu aralar huzursuzum ve güvenli bölgemi hatırlamaya sıklıkla ihtiyaç duyuyorum. Benim güvenli bölgem Eğirdir. annemin doğduğu ve 11 yaşına kadar yaşadığı ilçe. 18 yaşıma kadar her yıl eylül ayında o yılın en güzel, en huzur verici 2 haftasını geçirdiğim yer. Bu fotoğraf 2004 yılında çekildi. Ardından 1 kere daha 2006'da gittim. Aynı kareyi tekrar çekmek istedim ama hayalkırıklığıyla döndüm. Gölün suları çekilmiş ve adadaki otellerden biri manzaranın güzelliğini bozan saçma bir iskele yapmış.
Aklımda böyle kalmasını istiyorum.

Pazartesi, Haziran 29, 2009

Kaçış


Son zamanlarda yeni fotoğraflar çekme fırsatım olmadığı için hazırdan yemek yapabileceğim tek şey. Bu fotoğrafa olan katkılarından dolayı Arda'ya teşekkürü borç bilirim. Birincisi bu fotoğrafta modellik yapmayı kabul ettiği için. İkincisi ise, yıllar önce "tarkan" ya da "karamurat" filmlerinden görüp de çok beğendiğim, çok heyecanlanmama ve "Burada ne güzel fotoğraflar çekerim ben yaa" dememe sebep olan bu kemeri bulup beni götürdüğü için. Fotoğraf yine Canon EOS 300D ve Sigma tele ile çekildi.

Cuma, Haziran 26, 2009

Prag


Dün akşam arda'ya blogu aktf hale getirdiğimden bahsedince biraz azar işitir gibi oldum. İkinci kayıt bu yüzden fotoğraf ağırlıklı olacak.
Bu fotoğraf 2007'de Pragda çekildi. 19 mayıs 2007 saat sabah 6 civarı Charles Bridge üzerinde. Canon EOS 300D-sigma lens

Perşembe, Haziran 25, 2009

Yamaçiko ile Yeniden başlıyoruz.


Herhalde bizim kadar sebatsız blog yazarı az bulunur. Bunda her ikimizin de arasının kelmelerle iyi olmamasının da payı var herhalde.
en son şubat 2006'da bir kaydımız var. neredeyse üçbuçuk yıl olmuş.
Yamaçıko'mızın fotosuyla yeniden başlıyoruz